Zaman acılarını hafifletmiyor ama umutlarını da tüketmiyor

Çocuğunuzla ilgili alabileceğiniz en kötü haberin onun ölüm haberi olacağını zannediyorsanız, yanılıyorsunuz. Çünkü kayıp çocukların aileleri, onlardan gelecek ölüm haberine bile razı. Bir daha mutlu olmaları imkânsız çünkü günün birinde aniden sır olan çocuklarının akıbeti meçhul. Minicik bedenleri üşüyor mu; karınları doyuyor mu; başlarının üzerinde bir çatı var mı; bir gün kapı çalınacak ve geri dönecekler mi vesaire vesaire… Her gün bunun gibi yüzlerce cevapsız soruyla kavruluyor yürekleri. Ama umutları her daim taze...

SİBEL ATEŞ YENGİN - sibel.ates@aksam.com.tr
ARZU AKYOL - arzu.akyol@aksam.com.tr
Kırklareli’nde ortadan kaybolan 4. sınıf öğrencisi Halil İbrahim Aktaş ve Kars’ta kaybolan 9 yaşındaki Mert Aydın. Biri Türkiye’nin en batısında biri en doğusunda yaşıyordu. Ama onları bekleyen  uğursuz kaderden kurtulamadılar. Cansız bedenleri bulunduğunda tüm Türkiye şok olmuştu. Bu olay aklımıza kayıp çocukları getirdi. Aynı dertten mustarip binlerce ailenin sesi olsunlar diye çocukları kaybolmuş Atiye-İbrahim Selam ve Hasan-Ayten Özhal çiftinin kapısını çaldık ve anlattıklarını dinledik. Atiye-İbrahim Selam çiftinin 2,5 yaşındaki oğlu Gürsel aile ziyareti için gittiği İskenderun’da kayboldu. Hasan Özhal ve Ayten Özhal’ın tek çocuğu Mert Özhal ise ablasının kına gecesinde ortadan kaybolduğunda henüz 7 yaşındaydı. Aradan geçen uzun ve zor yıllar boyunca aileler hep umutla bekledi. Bir ölüm haberine bile razıydı acılı aileler. Ama ne Gürsel’den ne de Mert’ten bir daha haber alındı. 
DÜNYA GÖZÜYLE BİR DAHA GÖRSEM
Hasan ve Ayten Özhal çifti Pendik Harmandere’de bir gecekonduda yaşıyor. 12 yıl önce birdenbire ortadan kaybolan Mert’in yokluğunun yanı sıra yoksullukla da sıkı bir imtihan veriyor aile. Sözü anne Ayten Özhal’a bırakıyoruz.
“Mert’im kaybolduğunda 2002 yılıydı.
7 yaşındaydı. İlkokul birinci sınıfa gidiyordu. Çok akıllı, merhametli, hiperaktif  bir çocuktu. 8’inci ayın 20’sinde 17’si bitecek 18 yaşına girecek. Mahallede akranları var. Onları gördüğüm zaman kahroluyorum.” Kaybolduğu akşam evin yanındaki boş arsada ablasının kına gecesi vardı. Ev kalabalıktı yani. En son saat 20.30’da geldi. “Anne bir kazak verir misin, üşüdüm” dedi. Kazağı verdim, gitti. Gidiş o gidiş.  “O son görüşüm oldu oğlumu. Kazağı verirken “Karnın acıkmadı mı oğlum?” demiştim. “Acıktı anne” dedi. Ben de ekmek arası bir şeyler hazırlayayım diye düşündüm.”  Zannediyorum ki oğlum hâlâ bir şey yemedi, hâlâ aç. 
MERT’İM GERİ GELECEK
Kına gecesi dağılıp da oğlumu bulamayınca deli oldum. Polise, jandarmaya koştum. Ama o gün bugün hiçbir haber, hiçbir iz yok. Tamamen sır oldu yavrum. Yeterince arandığını düşünmüyorum. Jandarma gelip bana soruyordu ‘haber var mı’ diye. Şimdi askerlik zamanı geldi. Kaybolduğunda kimliğini jandarmaya vermiştik; o da kayıp. Şüphelendiğim kimse yok. Ama öbür dünyada yavrumun iki eli bir şey bilip de söylemeyenlerin yakasında olsun. Ben bir anneyim. İçim yanıyor. Kalp hastası oldum. Bittim.
Mert kaybolduktan sonra bir çocuğumuz daha oldu. Adı Bilal. “Mert koyun adını” diyenler oldu. Ama ben “Mert’im geri gelecek” diye istemedim.  Hâlâ yaşadığına inanıyorum. Eminim… Bundan birkaç gün önce rüyama girdi. Delikanlı olmuştu. Eşime “Nasıl tanıyacağız?” diyorum. O da “Ayağına bakalım” diyor. Ayak parmakları üst üsteydi kuzumun. O ara uyanmışım. Allah’tan tek dileğim yavrumu dünya gözüyle bir daha görmek.
Şimdi Bilal’e çok dikkat ediyoruz.
Okul hemen şurada yürüme mesafesinde ama bu yoklukta servisle g önderiyoruz. Yeter ki emin ellerde olsun.
O GÜNDEN BERİ PİLAV YAPMIYORUM
Pazarcıyım ben; Sultanbeyli pazarında tezgâh açmıştım. O gün Mert’im de yanımdaydı. Nohutlu pilav istedi benden. “Dur, siftah yapalım, öyle” dedim. O gün alamadım oğluma o pilavı (ağlıyor). Kaybolduğundan beri evimizde pirinç pilavı pişmez. Taksitle bisiklet almıştım ona. Kaybolduktan sonra taksitleri ağlayarak öderdim. Satıcı durumu öğrenince “Geri alalım istersen” dedi. “Olmaz, oğlum gelecek” dedim. Ölüm olsa umudunu kesersin. Öldüğünü duysam rahatlarım. Ama beklemek çok acı. Biz gariban insanlarız. Elimiz kolumuz uzanmıyor, imkânımız yok. Ama kim ne derse oraya koşturuyoruz, umutla yaşıyoruz. Şimdi askerlik kâğıdını bekliyorum. Askerlik vesilesiyle bulurlar belki. Ne diyeyim.” 
OĞLUM KAYBOLUNCA HAYAT BİTTİ
Bu arada baba Hasan Özhal giriyor söze. Yüzündeki derin kırışıklıklar kederle dolu. Sık sık hıçkırıklara boğularak şunları anlatıyor:
“Biz kimsenin canını yakmadık, gaddarlık yapmadık. Kendi halinde insanlarız. Görüyorsunuz zor geçiniyoruz. Çocuğumuz kaybolduğundan beri hayatımız bitti. Ben kısmi felç geçirdim, 2.5 yıl yattım. Şimdi çalışamıyorum. Hanım da hasta. Emekli aylığıyla geçiniyoruz. Pazarda küçük bir tezgâh açıyoruz. Her şeyden vazgeçtik. Aklımız başımızdan gitti. Bize bu evin arsasını satan kişi sadece muhtar senedi vermişti; “Tapusunu da vereceğim” demişti. Çocuğum kaybolunca bu işle de ilgilenemedik. Arsa sahibi de yeniden satmış. Mahkemeye gitsek “Zamanaşımına uğramış” diyorlar. Şimdi beş kuruş vermeden atıyorlar bizi buradan. Çocuğumun kaybolduğuna mı yanayım, beş parasız düzde kalacağız ona mı yanayım, Mert’im çıkıp gelse adres olarak burayı bilir ona mı yanayım? Neye yanayım ben? Feryatlarımızı kimse duymuyor. Mert’im gitti, şimdi körpe Bilal’im düzde kalacak (hıçkırıklara boğuluyor). Dayanamıyorum. Konuşmak bile çok zor. O kaybolduğundan beri hâlâ karnım doyuncaya kadar yemek yemedim. Yiyemiyorum. Devlet bize sahip çıksın.”
KAPININ ÖNÜNDE OYNUYORDU
Atiye-İbrahim Selam’ın oğulları Gürsel de daha 2.5 yaşında kaybolmuş.
Atiye Hanım’a veriyoruz sözü:
“97 yılıydı. İki çocuğumu da alıp İskenderun’a, hasta annemi ziyarete gitmiştim. Bir sabah kızım kucağımda, oğlum elimde bakkala gittim. Dönüşte köpek yavrularıyla sokakta oynayan çocukları gördük. Gürselim de oynamak istedi. Baktım çok memnun, bıraktım yanlarına. Kızı eve bırakıp yanına dönerim dedim. Kapıyı çekip çıktım. Çocukların çoğu oynuyordu ama Gürsel yoktu. Cuma günüydü; Sela verilmişti. Ezan okunduğu sırada sokaklarda çocuğumu arıyordum. Küçük çocuk yürüyerek en fazla nereye gidebilir ki? Girmediğim sokak, aramadığım köşe kalmadı. Karakola başvurdum ama 24 saat geçmeden kayıp başvurusu kabul edilmiyordu. Kendi çabamızla aradık; komşularımız destek oldu. Sonra polis de devreye girdi ama o saate kadar zaten giden gidiyor. Saatler geçtikçe dünyam başıma yıkıldı; canımdan can gitti.
OĞLUM BENİ BULACAK BİLİYORUM
Çok zor günlerdi. Geçti mi? Hayır; acı ilk günkü gibi. O dönem ölmeyi çok düşündüm. Ölüm öyle güzel görünüyordu ki. Ama etrafındakiler ölmene bile müsaade etmiyor. “İki çocuğun daha var yapma” dediler. On çocuğunuz da olsa fark etmiyor ki. Zaten canımın içi gitmiş, kendi canımın ne anlamı var diye düşünüyordum. Tutunacak dalım kalmamıştı. Bu kadar uzun süreceğini hiç tahmin etmedim. Gürselim gittiğinde 25’imdeydim şimdi 40 yaşındayım. 17 yıldan beri mutluluğu yakalayamadım. Onca zaman geçti asla umudumu yitirmedim. Ben onu bulamasam da, bir gün mutlaka o gelip beni bulacak. Hep bu düşünceyle yaşadım. Birkaç gün önce rüyama girdi, bebekti, ağlıyordu. O gün kendime gelemedim. Yaşıyoruz ama nasıl yaşadığımızı bir biz biliyoruz, bir de yaradan. Sanki canımız bedenimizden çıktı, canlı cenaze gibiyiz. Her telefon çaldığında “Acaba oğlumdan bir haber mi gelecek?” diyorum. Belki bir umut gelir. Unutmam mümkün değil. Allah kimsenin başına vermesin. Yaşamayan bilemez.

BİR OĞLUM DA KAZADA ÖLDÜ
Gürsel gittikten iki yıl sonra oğlum Muhammed doğdu ama o da bisiklet kazasında öldü. Bugün 15 Nisan; ölüm yıldönümü. Sabahtan beri kendimde değilim; yine kendimi suçlayıp durdum. “Yarabbim bu çocuklar senin, sen koru, ben koruyamadım” diye dua ediyorum. Sonra bir oğlum daha oldu, on yaşında şimdi. Kızım da üniversite sınavına girdi. Kızımı 8. sınıfa kadar okula götürüp getirdim. Arkadaşları alay edince kızım da “Anne gelme” diyordu, ben de “İstemiyorsan sen önden gidersin, ben de arkandan gelirim” diyordum. Oğlumu da okula sabah götürüp öğlen alıyorum. Artık kimseye güvenimiz kalmadı; gölgemizden korkar olduk. Aileler çocuklarını bırakmasın. El ele gezip diz dize otursunlar. Takip etsinler. Devletin en yetkilisi kimse, konuya el atsın. Suçlular en ağır cezaları alsın ki yürekler yanmasın.” 
KÜÇÜCÜKTÜ YAVRUM YOL BİLMEZ Kİ
Atiye Hanım’dan sonra sözü Gürsel’in babası İbrahim Selam alıyor: “Bir oğlum kaçırıldı, diğeri öldü. Hangisine yanayım? Hayatımızın mutluluğu çalındı. Evim artık bana mezar; sadece nefes alıyorum. Küçücüktü yavrum, yol bilmez iz bilmez; nereye gidebilir ki? Akıl sağlığını korumak hiç kolay değil. İki çocuğumuzu da evden çıkarmadık. Onların da canı yok mu ama korku dağları bekliyor. Konuşunca yaram kanıyor ama çok acımasız bir ülkede yaşıyoruz, herkes işine bakıyor. Keşke bu ülkede doğmasaydım. Eşim de kendini suçlu hissetti. Bunda çevremizin de payı var. İnsanlar intikam istiyor. 

Yakınlarını Kaybetmiş Aileler (YAKAD) Derneği Başkanı Zafer Özbilici: ‘BENİM BAŞIMA GELMEZ’ DEMEYİN
1992  yılında kaybolan otistik engelli abim Abdülhamit Özbilici’yi ararken gittiğimiz her ilde kayıp yakınlarıyla karşılaştık. Herkes ilgi bekliyordu. Onları dinleyecek bir merci bulamamışlardı. 94 yılında bir dernek kurup sesimizi duyuralım istedik ve YAKAD’ı kurduk. Daha sonra 1996’da Umut Otobüsü Projesi’yle gündeme geldik. Dünyanın tek ‘Kayıp Otobüsü’ projesiydi. Çok etkili oldu. Şimdi ‘Kayıp Çocuklar Otobüsü’müzün arkasına Atlıkarınca koyalım istiyoruz. Mahalle mahalle gezip çocuklara ‘Ailenden izin al gel, ücretsiz bin’ diyeceğiz. Böylece ‘Yabancılardan gelen bir isteği muhakkak ailenle’ paylaşmalısın bilincini vermek istiyoruz. Alacağınız en kötü haberdir ölüm haberi. Ölüm haberini aldıktan sonra adaptasyon süreci başlıyor ve alışıyorsunuz. Gidip yakınınızı defnediyorsunuz, cismen görüyorsunuz. Toprağına sarılıyorsunuz. Bu ritüeller ölümü kabul etmenizi sağlıyor. Ama kaybın neyine sarılacaksınız. Ne kendisi ne ölüsü var. Belirsizlik sizi çıkmaza sokuyor, psikolojiniz bozuluyor. Kayıp acısı ölümden beter.
- Polisin yanı sıra ailenizden yardım alın.  
- Yabancılarla mesafeli olmayı öğretin.
- Köşedeki bakkal amcanın onu kucağına alıp sevmemesi gerektiğini öğretmeliyiz.
- Saç tellerini saklayın. Parmak izlerini alın. Son çekilmiş fotoğraflarına sahip olun. Arkadaşlarını tanıyın.
- Güzergâhlarıını beraber belirleyin.
- Bir pedofili hastası bir çocuğu kaçırırsa yarım saat içinde o çocuğun canına kıyacaktır. İlk dakikalar çok önemli. Arkadaşlarını arayın. Okuluna ve hastanelerin acil servislerine bilgi bırakılmalı.  
KAYIP ÇOCUKLARIN SAYISI ARTIYOR
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 81 ilde yaptığı araştırmaya göre, 2008-2011 yılları arasında kaybolan çocuk sayısı 27 bini geçti. İçişleri Bakanlığı’nın son paylaştığı veriye göre ise 15 bin 900 çocuk kayıp. Yakınlarını Kaybetmiş Aileler (YAKAD) ise kayıp çocukların sayısının 30 binden fazla olduğunu söylüyor. Tüm bu rakamların ortak noktası ise kaybolan çocuk sayısı her yıl artıyor. TÜİK’in verilerine göre 2008’de yapılan kayıp başvurusu sayısı 4 bin 517 iken 2012’de bu sayı 12 bin 474’e çıkmış. Bu 2008’den 2011’e % 123 artış demek. Bulunan çocuk sayısı da 2008’de 1340, 2009’da 1669, 2010’da 1757, 2011’de de 1208 olarak kayıtlara geçmiş. Sayılarla ilgili en çarpıcı olan ise kayıpların ortalama % 65’inin kız çocuklarından oluşması. 
Üsküdar Üniversitesi Rektör Danışmanı ve Suç Önleme Merkezi Müdürü Prof. Dr. Sevil Atasoy: KAÇIRAN EN YAKININIZ OLABİLİR
Çocuklar evden kaçabilir, kaybolabilir, kaçırılabilir. Ortada olmayan her çocuk kaçırılmış değildir. Ayrıca her çocuk kaçırmanın hedefi de aynı değildir. Aile bireylerinden ya da yakın tanıdıklarından birinin çocuğu kaçırması bile mümkündür. Kaçırılan 4 çocuktan sadece biri tamamen yabancı biri tarafından kaçırılmıştır ve bu genellikle bir erkektir. Yabancı bir erkek tarafından kaçırılan üç çocuktan ikisi kızdır. Kaçırılma ender olarak okul bahçesi ve içinde gerçekleşir. Dolayısıyla okullar güvenlidir. İlk saatler çok önemlidir. Yapılacak ilk iş polise gitmek, sağlıklı bilgi (son görüldüğü yer, üzerindeki giysiler) ve çocuğun son altı ayda çekilmiş fotoğrafını vermek ve polisin 
AİLELER DİKKAT!
- Ne zaman bir çocuk kaçırma olayı medyada yer alsa, aileler kendi çocuklarının başına da aynısının geleceği kâbusuna kapılır. Ancak milyonlarca vatandaşımızın çocukluğunu güven içinde geçirdiği unutulmamalı. Aileler çocuklarını korku ve kaygıya kapılmalarına yol açmadan bilgilendirmeli.
- Yabancılardan kesinlikle yiyecek ve hediye almamalı.
- Eğlenceli de olsa bir yabancının peşine takılıp gitmemeli.
- Yabancı birinin otomobiline kesinlikle binmemeli.
- “Köpeğimi kaybettim, bana yardım eder misin?” “Otomobilimdeki kedileri görmek ister misin?” “Aracımı kullanmak ister misin?” gibi tekliflere kesinlikle uymamalı.
- Biri onu otomobiline sokmaya çalışırsa bağırmalı ve kaçmalı.
- Mayonun örttüğü kısımlara dokunan bir yabancıya “Hayır” demeli ve hemen uzaklaşmalı.
- Kendisini rahatsız eden ya da kişisel sorular soranı mutlaka aileden birine söylemeli.
- Evden, bahçeden, parktan, arkadaşın evinden ayrılırken mutlaka aileye haber vermeli.
- Çocuğunuzun adını, adresini, alan kodu dahil telefon numaranızı ezberlemesini sağlayın, 155’i çevirmesini öğretin, AVM’lerde  kaybolması durumunda kasiyerin yanına gitmesini, güvenlik personelini (bir üniformalı) bulmasını ve sizi aramak üzere otoparka gitmemesini tembihleyin.
- Tehlike anında mahallenizde hangi komşuya gideceğini öğretin.
- Yalnız kalabilecek kadar büyükse, kapıyı kilitlemesini ve kapıyı çalan kişiye evde yalnız olduğunu söylememesini tembihleyin. 
KORUMANIN EN ETKİLİ YOLU İLETİŞİM
- Çocuğu korumanın en etkili şekli iletişimdir. Ona, hassas şeyleri sizinle rahatça, çekinmeden, korkmadan, utanmadan konuşabilecek güveni vermek gerekir. Gerçek duygularını size anlatamazsa, bir çocuk tacizcisinin verdiği huzursuzluğu anlatmasını boşuna beklersiniz.
- Sadece polisin gayreti yetmez, toplumun tüm bireylerinin katkısı gerekir. Ancak polis güncel bilgilendirmeyi yapabilecek güvenilir tek kaynak olmalı ve sosyal medyanın tüm imkânlarını bu amaçla kullanmalıdır. Vatandaşların dezenformasyonu, yanlış ve eski bilgi yayması çok tehlikelidir.